Haydi, bayrakları yarıya indirelim.

Saat 9’u 5 geçe olduğumuz yerde ayağa kalkıp, başımızı önümüze eğelim.

Ve saygı ile O’nu anıp, selamlayalım.

Sonra?..

Sonra işimize devam edelim...

Kaç yıldır yaptığımız budur.

Bildik bileli tekrarladığımız... Ve tekrarladıkça monotonlaşan, tek düze bir sürekliliğe ulaşan ve gittikçe anlamı standartlaşan hüzünlü bir  “tören”e ulaştık...

10 Kasım 1938.

1938’de bu topraklarda bağımsız bir Devlet filizlenmişti.

Laik bir Cumhuriyet kurulmuştu.

İşte bu tam bağımsız ve laik Cumhuriyeti kuran düşünce, güç ve namustur altını çizmemiz gereken.

Siyaset o günlerde henüz böyle kirletilmemişti.

Bağımsız Türk Devleti henüz yabancıların güdümüne girmemişti.

Laik Cumhuriyet’in sınırları, bütünlüğü ve geleceği herhangi bir riskle karşı karşıya değildi.

Mustafa Kemal’e o tarihlerde “Sayın” olarak hitap edilmiyordu.

Gazi Paşa, deniyordu.

Atatürk, deniyordu.

Bugünün “sayın”larına benzer ne adı vardı, ne de sanı...

O, bir insana “sayın” denerek, saygın kılınamayacağını bilenlerin başında geliyordu.

O öyleydi.

Ya da böyle idi.

Ama bugün öylesi de yok, böylesi de yok…

Ve bizim, hepimizin O’nun gibi birine, birilerine ihtiyacımız her geçen gün biraz daha artıyor.

Ancak o birisini ya da birilerini bir yerlerden ithal etmeyeceğiz.

Avrupa Birliği kapısında el pençe divan durup, kafa sallayarak uygar olmayacağız; olamayacağız.

Uygarlık, akıl yoludur; bilim yoludur... Aydınlanma yoludur.

Gerçekle yüz yüze gelmeye cesaret edilebilen yiğitçe bir meşgaledir.

Uygarlık gökten zembille inmez.

Çalışıp çabalayan aydınlık dimağların alın teri ile elde edilir.

Yan gelip yatarak, hayatı bir köşe dönmece ya da “kapmaca” olarak görüp, ülkeyi yabancılara pazarlayarak uygar olunmaz.

Hâkimiyeti, hakikati ve kaderi göklerde değil, yeryüzünde arayıp bulacağız.

Kendi kaderimize kendimiz egemen olacağız.

Hâkimiyet milletindir, diyeceğiz. Ve egemenliği seçim sandığına gidip gelmekten ibaret sanmayacağız.

Ve gerçeği, uygarlık yolunda bilim ve akılla kavrayıp, geliştireceğiz.

İşte bütün bunları yaptığımız ölçüde, O’nu gerçekten anmış; O’na gerçekten layık olmuş olacağız.

“10 Kasım”ları, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün rahlesinde, her yıl yeniden girişilmesi gereken bir hesaplaşma etkinliği olarak anıp, bizzat yaşayacağız…

Ve böyle bir uğraşın içinde ter dökerek yabancıların boyunduruğuna kellelerimizi yalaka sırıtışlarla uzatmadan, kimliklerimizi de bağımsız kılacağız.

Ve böylece de… Günü gelecek ihtiyacını duyduğumuz o birilerini, içimizden ve aramızdan çıkaracağız…

Çıkartacağız, göreceksiniz…

Çünkü birileri hep zor günlerin sancılarından üretilmiştir, karanlık günlerin sıkıntılarından yaratılmıştır.

Hiç şüpheniz olmasın.

Bir de şu “Nutku” okuyabilsek… O sayfaların içinden bugünlere uzanan ciddi, gerçekçi, anlamlı dersler çıkartabilsek…

www.soruyusormak.com