.......

Bu yazı, C.H.P.’nin,  İstanbul’un önde gelen ilçelerinden biri olan Bakırköy ilçe Başkanlığı’na hitaben yazılmasının nedeni, daha aktif, kendini taşın alına sokacak kadar kararlı üyelerine sahip olduğu umuduna sahip oldum için yazılmıştır.

                                                                                                                                                                    Erdoğan Sungur Saldıray

* * *

Seçim yenilgisinden sonra yaşanan günlerde herkesi saran bir “değişim” rüzgârı esip durmakta.  Herkesin kafasına göre anladığı bir kavram haline gelen bu kelime ciddi bir tehlikeyi de beraberinde taşımakta. Bu konuda İlçemizde uygulanmasını arzu ettiğim bazı önerilerimi sunacağım. Ancak önce neden bu yazıyı yazmak gereğini duyduğumu, daha sonra da benim “değişim”den ne anladığımı anlatacağım. Sonra da önerimi kısaca sunmaya çalışacağım. Affınıza ve sabrınıza sığınarak başlıyorum:

14 Mayıs gününe kadar büyük umutlar besleyen ve besleten Millet İttifakı 28 Mayıstan sonra büyük bir düş kırıklığı ve yılgınlık yaşıyor. Bu duygularla birlikte kendisi hariç, herkesi suçluyor. “Kapı kapı dolaştık. Çalmadığımız kapı bırakmadık” diyenlerin ne kadar yanlış kapıları çaldığı böylece ortaya çıktı. “Gece gündüz çok çalıştık “ diyenlerin de yanlış yerleri çalıştıklarını ve soruların, çalışmadıkları yerden geldiği için sınıfta kaldıklarını gördük. Hatta ilçe üyelerinin katıldığı bir WhatsApp gurubundan bir üyenin seçimlerden sonra   “ben bir vatandaş olarak yaptıklarımdan memnunum ve huzur içindeyim.” dediğini okudum. Kendince çok çalışmış ama eski İktidarın devam etmesinden pek te etkilenmemiş olacak ki, huzurlu olduğunu söyleyebiliyor.

Partinin üst düzey yetkililerinin de yaptığı açıklamalar bir o kadar can yakıcı. İnsanlar sadece yaptıklarından değil, yapmadıklarından ve yapamadıklarından da sorumludur. Dolayısıyla nerede yanlış yaptık, nerede eksik kaldık sorgulamasını yapmazsak hüsran dolu günleri, ayları ve yılları yaşamaya devam edeceğiz. Seçim sonrası İlçe’ye bir iki kez uğradım; ancak doyurucu bir tavırla karşılaşmadım. O yüzden de bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

“Değişim” kelimesine gelince. Önce şu soruyu sormama izin verin:

-        C.H.P.’nin “değişime”  ihtiyacı var mı?

-        Hayır, yok. Partinin KÖKLÜ-BÜYÜK-KOCAMAN BİR DEĞİŞİME ihtiyacı var!..

Bu değişim göstermelik değişim olmamalı. Kılıçdaroğlu yerine başka bir “…..oğlu” gelirse bu bir değişim değildir. Genel Başkan ve çevresindeki, her ne ad olursa olsun, bir yığın adam kararlar alıyor, uyguluyor ve bizlerden de bunlara “tıpış tıpış” uymamız bekleniyor. Görebildiğim kadarıyla buna da parti disiplini deniyor.  Parti merkezinin,  ilçelerdeki üyelerin nabzını tutan, onların düşündüklerini yoklayan ve alınan kararların üyelere nedenleriyle açıklamasını yapan bir düzenleme geliştirmediği apaçık ortada. Küçük bir örnek vermeme izin verin:

Hatırlayacaksınız, önceki seçimde İYİ Parti’ye milletvekili verilmişti. Bence çok yerinde, yapılan hukuksuzluğa karşı verilmiş çok güzel bir cevaptı. Bu eyleme karşı çıkan parti üyeleri tanıdım. “Ona buna yardım edeceğine C.H.P. kendine yardım etsin.” diyen bile oldu. Bu gibi örnekler, Parti üyeleri ile merkez arasındaki kopukluğu gösterir bence. Merkez, bırakın kendini halka anlatmayı becerememesini, kendini üyelerine bile anlatamamış demektir.  Lütfen,  “herkesin görüşü kendini bağlar. Her görüşe saygı duymak gerekir” türünden sözüm ona demokratik lâf salatalarının arkasına sığınmayalım. C.H.P. bir dernek değil, 85 milyonluk batmakta olan ülkenin hayatıyla ilgilenen bir “Ana-Muhalefet Partisi”dir. En ufak bir gevşekliğe saygıyla bakmak lüksümüz olamaz.  Çünkü merkezle üyeler arasındaki kopukluk kırgınlığa, küskünlüğe yol açıyor, bu da kendini sandıkta gösteriyor.

Merkez ile ilçe üyeleri arasında sağlam ve işleyen bir bağ kurulmamış olması sadece bizde değil.

Merkez ile İlçe üyeleri arasında sağlam ve işleyen bir bağ kurulmamış olması sadece bizde değil, bir çok partide de var. Yapılan açıklamalar bunu gösteriyor. Bazı kararlar alınıyor, sonuç kötü olunca da “aaa yanlış olmuş”  deniyor, herkes bir günah keçisi bulup ona yükleniyor. Hemen belirteyim. Seçimi kaybeden tek başına Kılıçdaroğlu değildir. Yerini sağlama almak için, sesini çıkarmayan, gördüğü yanlışları tartışmaya açmayan bir yığın üst düzey yetkili ve onlara körü körüne bağlı tüm parti üyeleri de, taraftarlar da sorumludur. Sorumluluğun aslan payı elbette genel başkandadır. Peki, o danışmanlar neyin nesi?

Her partideki üst düzey yetkililer açıklama yapıyorlar, her alanda ülkeyi düze çıkaracak düzenlemeler yaptıklarına dair alınan kararlardan dem vuruyorlar. Bu konuda nasıl çalışmalar yaptıklarını anlatıyorlar. Ama belli ki bir noktayı çalışmamışlar. İktidara nasıl gelinecek? Bu sorunun cevabını ya bulamadılar ya da bu soruyu önemsemediler, belki de diğer çalıştıklarının arasında bu soru da kendiliğinden cevaplanır sandılar.  

Şu anki görünüme göre; Kılıçdaroğlu ayrılırsa bir yığın partili kızgınlıkla davranacak. Yerinde kalırsa da bir başka partili yığını kızgınlıkla davranacak. Bu davranışlar da partiye onarılmaz zararlar verecek. Süreç çok kötü yönetildiği için bu noktaya gelindi. Kimin daha iyi genel başkan olabileceği tartışması anlamsız bir kavgaya (kesinlikle sorgulamaya, tartışmaya değil) dönüştü. Ayrıca değişiklik olursa, insanlar umutsuzluktan kurtulur ve herkese bir şevk ve heyecan gelir iddiasını taşıyanlar var. Bence kadro değişikliği, Başkan ve etrafındakiler (onaylayıcı danışmanlar) değil de başkanla birlikte etrafındakiler (katılımcı, eleştirici danışmanlar) olursa o zaman bir şeyler olabilir, iddia edilen şevk ve heyecan gelebilir.

Ben yıllar yıllar öncesinden beri çevremdekilere, C.H.P.’nin,  üstlenmek zorunda kaldığı sorumluluğun altında ezildiğini, Kılıçdaroğlu’nun bu süreci tek başına yürütemeyeceğini söylüyordum. Ne var ki, parti içerisinde bir yığın yetkili, sorumlu kişiler var; elbirliğiyle bir şeyler yapabileceklerini düşünmüştüm. Peki ne yaptılar? İçlerinden bazıları, Kılıçdaroğlu hazır tökezlemişken fırsat değerlendirme peşinde, diğer bazıları da Kılıçdaroğlu’nu anlamsız bir şekilde savunmaya çalışıyor. Ben bu konuyu uzatmak istemiyorum. Çünkü ben de diğer üyeler gibi sadece seyrettim. Dolayısıyla fazla konuşma hakkım yok.

Bir an evvel, kendini ve yaptıklarını sorgulayan, üyeleri arasında eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını alabildiğine çalıştıran bir örgüt yapısına kavuşmalıyız.  Sorgulamayan bir parti olduğumuzu bir örnekle göstermeye çalışacağım.

 Hatırlayacaksınız. Bülent Kerimoğlu (belediye reisi olarak) aday gösterilmesin diye, bilmem kaç otobüs Ankara’ya gitmişti. Peki seçimler bittikten sonra, o kişiler Kerimoğlu’yla görüşüp görüşlerini sunmaya çalıştılar mı?  Ya da Kerimoğlu bu kişilerle görüşmeye çalışıp, aralarındaki sorunu çözmeye çalıştı mı? Ya da Bakırköy İlçe Başkanı her iki tarafı da toplayıp sorunun ne olduğunu tespit etmeye ve çözmeye çalıştı mı? Bu konuda hiçbir şey duymadım. Belki olmuştur. Ama bunları ilçede dile getirdiğimde  “ olur mu böyle saçma şey”  tepkisiyle karşılaştım. Demek ki, “olan oldu, siz derdinize yanın” denip yolumuza devam ettik. Ondan sonra da “atı alan Üsküdar’ı geçti” diyene kızma hakkı buluyoruz kendimizde.

Son olarak şunu belirtmek isterim; Bakırköy İlçesi çok eskiden beri, Demokrat Parti (Menderes’in Partisi) zamanından beri,  seçimlerde genellikle C.H.P.’ye çok oy veren bir ilçedir. Zamanımızda ise, neredeyse öncü ilçe olabilecek durumdadır. O zaman kolları sıvayıp tüm üyelerimizi olabildiğince aktif hale getirelim ve hareketliliği diğer İstanbul ilçelerine de yayalım.

Herkes “akıllı ve becerikli” adam peşinde. Nereden bulacaklarsa… Öyle biri var olsaydı, şimdiye kadar çoktan, kenarda seyretmez, olaya el koyardı. Yüce Atatürk’ün  bir sözünü hatırlatmak isterim. “Her sıkıştığınızda bir kurtarıcı beklerseniz, ben size hiçbir şey öğretememişim demektir.” Bu sözü okuduğumdan beri, yıllar boyu, kendimi sorgulayarak yaşadım.

Kimsenin cebinde hazır çözüm yoktur. Partide alt-üst etkileşimi kurulabilirse ancak o zaman bir çözüm bulunabilir gibi geliyor bana. Bunu sağlayabilmek için, büyük salonlarda yapılan, tartışmanın olmadığı, kişilerin 5 dakikalığına boy gösterdiği türden toplantılar uygun olmaz. Bunun yerine, mümkün olduğu ölçüde, ilçede daha küçük ve samimi toplantılarda üyeleri kaynaştırmak aklıma gelen bir çözüm. İlçede sürekli yapılacak toplantılara kimi üyeler haftada birkaç gün veya bir gün, kimi üyeler on beş günde bir, hatta ayda bir katılarak hem aktif hale geçerler, hem de alınan kararlarda pay sahibi olurlar. Buradaki görüşler “İl”e  iletilir, oradan da “Merkez”e  gider. Aynı süreçle “Merkez” de “ İl”  üzerinden ilçelere görüşlerini iletilebilir. Alt-üst ilişkisi böylece kurulmuş olur.

Önerim absürd görünebilir. Tartışarak daha uygun ve yürüyen bir sistem kurulabilir. İnsanlar, “bir şeyler yapmak gerekir”  kararına varmazlarsa karşılarına çıkan her öneriye bir kulp takarlar ve çözümsüz kalırlar. Ancak “bir şeyler yapmak gerekir” kararına varanlar, karşılarına çıkan önerileri incelerler ve tartışarak daha iyi önerilerin oluşmasını sağlarlar. O zaman da çözüme giden bir yol açılmış olur.

Bu satırları “bir şeyler yapmak şart, ama ne?” kaygısıyla yaşadığım huzursuz ve sıkıntılı günlerde yazdım. İki şey yapabilirsiniz. Bu yazı üzerinde düşünüp harekete geçersiniz, ya da “kim ulan bu herif, nerden çıktı, neler zırvalıyor” dersiniz. Unutulmasın ki “yarını bu günden kuracaksın” denilmiştir. Hepinizi yarınları kurmaya çağırıyorum.

    Saygılarımla...

NOT: Bu yazı, seviyesiz videoların ortalıkta dolaşmasından önce yazılmıştır. Zaman daralıyor.