Hava Durumu

"PKK BİLDİRİSİ"NİN ŞİFRELERİ

Yazının Giriş Tarihi: 01.06.2025 12:48
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.06.2025 12:58

PKK Bildirisi, doğal olarak siyasal gündemi işgal etti.

Daha da edecek.

Bizce [öncelikle], bildiride yer alan satırların aralarına sıkıştırılan “hedefler-amaçlar-stratejiler” açığa kavuşturulmalı, hatta de-şifre edilmelidir.

PKK önderliği şöyle diyor:

“Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı.”

Aslında meselenin özü bu küçücük cümlenin içinde gizlidir.

Çoğu düşünür insanımız bildiriyi sorgularken öncelikle Lozan hassasiyetinden yola çıkmaktadır. Oysa sorunun [yani anlaşmazlığın] temelinde 1924 Anayasası vardır… Bu Anayasa metninin, 1921 Anayasa metninin içeriğini ters yüz etmiş olması vardır.

Altını çizmeye çalıştığımız bu nokta aradaki anlaşmazlığın odak noktasıdır. Ve mutlaka doğru anlaşılmalıdır. Çünkü gerçekten bir çözüme ulaşılmak isteniyorsa, sözcüklerin arkasına saklanmaktan, gerçekleri sıvayıp yontmaktan vazgeçilmelidir.

AÇIKLAMAYA ÇALIŞALIM

Önce 1921 Anayasasının içeriği ve bu içeriği doğuran koşulları masanın üzerine koymalıyız:

Şu gerçek unutulmamalıdır: 1921 Anayasası 1919-1924 yılları arasındaki Kurtuluş Savaşı sürecinde yapılmış ve uygulanmıştır. Yani özetle, savaş koşullarının gerekli kıldığı -zorunlu- bir mutabakatlar manzumesidir.

Atatürk Devrimleri süreci halen oldukça uzaktadır. Cumhuriyet, laiklik gibi kavramlar gündemde henüz yoktur.

Ayrıca ve en önemlisi, İstanbul’da bir padişah ve onun hükümeti vardır. Yani bir anlamda merkezi yönetim [merkezden yönetim] hala padişahın egemenliği altındadır.

1921 yıllında Ankara’daki hükümet bu egemenliği padişah ve hükümetinden, Anadolu halkının desteğini arkasına alarak ele geçirmek hedefini gütmektedir. Bu koşulların varlığı 1921 Anayasasının içeriğini belirleyen en önemli faktörlerden birisidir.

İkinci olarak 1921 Anayasası bir savaş anayasasıdır. Savaş koşullarının getirdiği zorunlulukları ihtiva etmektedir.

SOMUT DURUMLARIN SOMUT TAHLİLİ

Bu koşulları görmezden gelerek meseleyi irdelemeye çalışmak “somut durumların somut tahlili” ilkesine de aykırıdır.

Bütün bu koşulların etkisi ile 1921 Anayasası, merkezi otoriteye karşı yerelin egemenliğini en üç noktada savunarak, sarayın merkezi nitelikteki otoritesinin etkisini bertaraf etmeye çalışmıştır.

1921 Anayasasının aşağıdaki maddeleri bu amaçla kaleme alınmış, uygulamaya sokulmuş ve bu stratejik yöntem büyük ölçüde başarılı olmuştur.

Bu maddeleri sıralıyoruz:

“Türkiye halkı, teşkilât-ı esasiye bakımından mahallî idarelerde kendi mukadderatını bizzat ve fiilen idare eder.”

Madde 12:

“Her nahiyenin, hususî muhtariyeti [özerkliği] vardır.”

Madde 13:

“Vilayetler, nahiyeler ve köyler teşkilâtlarını kendileri yaparlar.”

Madde 14:

“Mahallî işleri görmek üzere vilayet, nahiye ve köy halkı tarafından ihtiyar meclisleri intihap [seçilir] olunur.”

Madde 15–23:

Bu maddelerde de vilayet ve nahiyelerin kendi bütçelerini yapma, idare heyeti kurma, mahallî asayişi sağlama gibi yetkilerinin merkezden bağımsız bir şekilde düzenleneceği belirtilir.

Zaten Anayasanın tümü sadece 23 maddeden ibarettir.

KOŞULLARI HATIRLAYALIM

1921 Anayasası, dönemin olağanüstü koşulları gereği merkezi olmayan bir yapı benimsemiş ve mahallî özerklik ilkesini vurgulamıştır. Bu, hem yerel halkın katılımını artırmak hem de merkezi yönetimin olmadığı bölgelerde idarenin sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla getirilmiştir.

İçinde yaşanan savaş koşulları nedeniyle Ankara merkezli yeni bir meşruiyet kaynağı yaratmak gerekiyordu.

Kurtuluş Savaşı bütün hızı ile sürüyordu: Merkezi otorite fiilen zayıftı.

Ülkenin birçok yerinde işgaller vardı. İletişim, ulaşım ve kamu otoritesi yetersizdi. Ankara’daki Meclis, bu geniş coğrafyada idari işlerin yürütülmesini sağlamak amacıyla yerel birimlere öncelik tanımak zorundaydı. Çünkü merkezî devletin her yere ulaşması imkânsızdı; yerel halk kendi idaresini üstlenmek zorundaydı.

Anadolu’nun dört bir yanında halk örgütlenmeleri (Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri) zaten bu amaçla yerel özerklik anlayışıyla çalışıyordu.

1921 Anayasası, bu halk tabanlı örgütlenmeyi kurumsal hale getirdi.

CUMHURİYET HENÜZ İLAN EDİLMEMİŞTİ

Cumhuriyet henüz ilan edilmemişti; geçici bir geçiş rejimi gerekiyordu

1921 Anayasası işte bu tırnak içindeki süreci organize eden bir geçiş döneminin ürünüdür. Cumhuriyet 1923’te ilan edilecek, laiklik ilkesi ise 1924’te şekillenecektir.

Bir önemli nokta da, tüm yerel halk güçlerinin birleştirilmesi ve bir cephe içinde yer almalarını sağlamaktı.

Misak-ı Millî sınırları içinde yaşayan Kürt, Ermeni, Rum gibi azınlık unsurlara karşı, merkeziyetçilik yerine yerinden yönetim daha uzlaştırıcı görünüyordu.

Sevr Antlaşması’nın öngördüğü “Kürt özerkliği” gibi dış dayatmalara karşı, kendi özerk sistemini kurmak bir tür iç çözüm sunuyordu.

CEPHE STRATEJİSİ

Özet olarak 1921 Anayasası, bir halk seferberliğinin anayasal ifadesidir.

Anayasa; bir halk hareketi olan Millî Mücadele’nin, meşru bir devlet yapısına dönüşmesi için atılmış çok önemli stratejik bir adımdır. Bu nedenle kısa, öz ve “milletin doğrudan yönetimi”ne dayalıdır. İçeriğinde uzun ve ayrıntılı kurallara yer verilmemiştir.

Başka bir deyişle 1921 Anayasası, bir kurtuluş mücadelesinin, halk tabanlı bir meşruiyet arayışının ve yerel katılımın ürünüdür. Hem pragmatik (fiilen devleti yürütmek için) hem de ideolojik (egemenliğin kaynağını halk olarak belirlemek) nedenlerle bu muhtariyetçi yapı tercih edilmiştir.

GELELİM PKK BİLDİRİSİNE

Bu bilgiler çerçevesinde PKK bildirisini sorguladığımız zaman anılan örgütün yürütmeye çalıştığı siyasetin apaçık ortaya çıktığı görülebilir. Zaten “özgürlük ve demokrasi” adını verdiği mücadelesini uzun yıllardır silahla yürüten bir terör örgütünün savaş koşullarının Anayasal düzenlemesini öne çıkartmaya çalışmasına şaşırmamak gerekir…

1921 yıllarındaki savaş ortamının zorunlulukları sonucu olarak ortaya çıkmış olan düzenlemeleri bugünün laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne kopyala-yapıştır yöntemi ile aktararak, bu materyallerden ırk temeline dayalı bir özerklik yapılanması üretmek… Üstelik bu sonucu, yaratılan yaklaşık elli yıllık bir silahlı terör kaosu sonrasında “yerel demokrasi ve kardeşlik” sloganları ile siyaset pazarına sürmek…

İşte meselenin özü budur…

Bilinmesi gereken temel gerçeklerden ilki, savaş bittikten sonra ve yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra ulusal devletin, içinde bulunduğu koşulların ihtiyaçlarını karşılayacak yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duymuş olmasıdır: İşte 1924 Anayasası da budur.

1924 Anayasası, merkezi yönetimle yerel yönetimlerin demokratik ve dengeli bir biçimde yetki ve görevlerini paylaştıkları yeni çağdaş bir düzenlemeyi içermektedir.

Çağdaş demokrasilerde merkezden yönetim ile yerel yönetim erklerinin aralarındaki yetki ve görev paylaşımları somut-yerel gerçeklerin doğru değerlendirilmesi ile tarihi sosyal ve kültürel miraslardan süzülen deneyimlerin sonuçlarının birleştirilmesi ile oluşur.

Bu noktaya siyasal pazarlıklar, seçim stratejileri ve siyasi hırslardan arta kalan katmanlar karıştırılırsa, içinden çıkılmaya çalışılan kaos ortamı daha derinleşir ve ister istemez çıkmaza girer…

Ve hatta gerilere doğru yönünü çevirir.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.