Bir insanın potansiyel gücü [ya da birikimi], onun direncini yaşamının hangi merdivenine kadar sürdürebileceği ile ölçülür.

Buradaki ölçüt; bireyin kendisini tanıma ve keşfetme düzeyi ile “farkındalığının” derecesidir.

Bu noktada hemen şu soruları sormamız gerekiyor:

  • Bir insanın kendi potansiyeli ile ilişkisi nedir?
  • Bir insan, kendi potansiyelinden [gerçekten] haberdar mıdır?
  • Benliğinin içine gömülmüş bulunan bu kıymetli hazinenin içeriğine ne kadar yakındır?..
  • O potansiyelin niteliğini ve miktarını [yani niceliğini] ne ölçüde farkındadır?..

Diyelim ki, farkındalığı gelişmiş bir kişi var karşımızda…

Bu kişinin kendi bilinçdışına itelediği, başka bir deyişle, bastırarak etkisinden kurtulmaya çalıştığı “etkiler-baskılar-korkular-ertelemeler ve buna benzer türlü çeşitli travma ya da özlemler” karşısındaki savunma mekanizması ne tür bir bilgi, bilinç ve güç birikimi gerektirir?..

Soru önemlidir.

Yanıtı karmaşıktır.

Kavranması ilk bakışta biraz güç de gelse, yaşamı damıtarak yaşamaya çalışan insanların bilinç ve bilinçaltı ikilemini [kısa ve küçük de olsa] bir köprü ile birleştirebilmeleri ve bu birleşimin değerini kavramaları gerekir.

Hayatın içinde neler olmaktadır ki, sözünü ettiğimiz bu kişi, bildiği bir şeyi [ya da hayatındaki bir etkiyi] kendi bilinçli çabası ile farkındalığından silmeyi seçmekte ve o şeyi bilinçaltına itelemektedir?..

Eğer kişi gerçekten bu zihinsel işlevi kendi başına ve bilinçli bir düşünsel eylemi ile gerçekleştirebiliyorsa, o zaman bilinçaltını dolduran malzemelerin kaynağı hakkında bir yüzyıl önce düşünülenler çöpe atılabilir. [mi acaba?]

Yani o zaman bilinçaltında biriken malzeme, -belki de- ahlaki olarak toplumun onaylamadığı dürtüler, düşünceler ve arzuların bir deposu olmaktan çıkmış olacaktır…

Bilim insanları ise şöyle buyuruyorlar:

  • Bilinçaltımız, bireyin hayatı içinde gerçekleştiremediği [ya da gerçekleştirmediği] yaşama potansiyelleri ve denetimsiz kalmış korkuları ile yüklüdür.

Dolayısıyla bilinçaltı kavramı, içinin boşaltılması ve temizlenmesi ile kişinin ruh sağlığına ulaştığı kirli bir çıkın olmaktan çıkarılabilir…

Ya da tam tersine, insanın potansiyelini harekete geçiren olumlu bir etki olarak önümüze konabilir.

Bu olumlu etkinin psikolojik kaynağı, insanın olması gerekler listesi olarak belirlediği düşüncesi [birey olarak ideali] ile olmakta olduğu hal arasındaki farktan oluşuyor.

İnsanın, yaşamı içinde gerçekleştirmek istedikleri, kendisine biçtiği değerle doğru orantılıdır.

Şunları bunları yapacağım, şöyle biri olacağım; örneğin kültürlü, bilgili, bilinçli bir birey olacağım gibi hedefler, gerçek bir aydının yaşama enerjisini yapılandırır.

Bu potansiyelin niteliği ya da düzeyi ile hali hazır gerçek durum arasındaki farkın o kişi tarafından keşfedilmesi [farkındalığın bu düzeye ulaşması] birey için itici, olumlu, yapıcı bir dinamo işlevi görür.

İşte sözünü ettiğimiz bu dinamo, yaşama potansiyeli olarak isimlendirilen “şey”in ta kendisidir.

İnsanın, yaşama potansiyelinin itici gücü ile davranması, onun gelişme enerjisine bizleri götürür.

Belirlenen hedefe yeteri ölçüde ulaşılamama durumunda duyulan suçluluk duygusu ise, yaşam içinde sorumluluk üstlenmenin [ilacı pek bulunmayan] bir yan tesiridir.

Ama yaşam bize bu nitelikte sorumluluk üstlenme erkini kendiliğinden bahşetmez.

İşte sorunun püf noktası da zaten burada düğümlenmektedir.

Çünkü farkındalık denen yetkinlik, sadece ve ancak bizim kendi çabalarımızla ulaşacağımız bir yüksekliktir.

Baş döndürücü, güçlüklerle dolu, soru ve sorunlarla kuşatılmış bir sorumluluk ortamı ve bunun keyfi…

İşte aydınlanma meşgalesinin yan gelip yatacağı “Kültür Park” bu meydandadır.

www.soruyusormak.com