Kültürler doğal olarak birbirleri ile ilişkiye girecekler, birbirlerinden etkilenecekler. Birtakım yasaklarla, bağnaz tavırlarla bunu önleminin yolu-yordamı yok.

Hele hele iletişim çağında bu etkilenmenin hızı ve kapsamı olağanın çok ötesinde gerçekleşiyor. Bu gelişmeleri tümüyle önüne geçmek imkânsız.

Ayrıca doğru da değil.

Çünkü etkileşim bir kıvılcımdır; gelişmenin dinamosudur.

ANCAK…

Kendi öz [ulusal ve etnik] kültürlerinizin sağlam temelleri yoksa bu etkilenme olgusu kültürel ezilmeye ve hatta tümüyle tabi olmaya kadar varabilir.

Kültürün en önde gelen unsuru olan “dil” bu etkilenme ile göğüs göğüse gelen birincil öğedir.

Dil bu süreçte ya olumlu bir etkilenme içinde devinir durur; ya da maruz kalır ve kendi özünü [ve esasını] yitirmeye doğru yol alır.

Gidin Tanzimat devrine ve sonrasına dilimizi kuşatan etki Fransız kültürüdür.

Osmanlı aydınlarının kültürel kimliği neredeyse Paris kafelerinde şekillenmektedir. Doğal olarak buna karşı gelişen bir tepki var ama, gücü belirsiz...

Daha sonra… Alman faşizminin kültürel uzantılarının Babıali’de şekillendiğini görüyoruz.

Ve Amerikan ordusunun Batı Avrupa’ya ayak basmasından bir çeyrek sonra… Ve hele Menderes iktidarının yönetimi ele geçirdiği süreçte ABD kültürünün sorgusuz-sualsiz, gümrüksüz-vizesiz, askeri üstleri ile paralellikler kurarak topraklarımızı alenen işgal ettiğini görüyoruz.

Ama asıl işgal bir parça daha sonra gerçekleşiyor…

Müslümanlığı, Arap kültürü ile özdeş zanneden “Siyasal İslam”ın kurmay heyeti, büyük bir organizasyon şemasını usta bir stratejiye dönüştürerek dil devriminin tüm getirilerini yok etmeye ve kültürümüzü Arap kültürüne topyekûn teslim etmeye kadar işi vardırıyorlar.

Bizce yaşamakta olduğumuz kültürel kaosun fotoğrafında bu öğeler birbirlerinin üzerine yığılmışlardır.

Bir küçük soru ile bu yazıyı noktalamayı düşünüyoruz:

  • Acaba kültürümüz ve dilimiz bu tusunamilerden yakasını kurtarıp kendisini zenginleştirebilecek midir?

  • Yoksa?..

www.soruyusormak.com