Evin hanımı -elbette- sadece mutfaktaki malzeme ile yemek yapabilir.

Örneğin evde patlıcan yoksa, karnıyarık pişirebilmek mümkün değildir.

Ama, tüm hatun kişiler hemen hemen aynı malzemeleri doldururlar mutfaklarına; ama…

Birisinin yemeği şöyle böyledir; ötekinin ki ise, yemede yanında yat.

Toplum yararına çalışma da… Eğer siz bu pencereden dünyaya bakabiliyorsanız…

Benzer bir aktiviteyi andırır…

Tencereye şunu bunu koydunuz; soğanı doğradınız, domates, salça, baharat falan/filanı da eklediniz.

Ocağın altındaki ateşi de yaktınız.

Pişti mi yemek?

Pişti.

Tadı nasıl?

Eh işte…

O zaman bir parça acı koyarsınız tencereye, tahta bir kaşıkla karıştırıp biberi aşınızın her yerine bulaştırırsınız.

Kaynatırsınız, kay-na-ta-bil-di-ği-niz kadar! [Özellikle toplumlarda!]

Şimdi tat nasıl?

Eskisine göre daha iyi ama…

O zaman biraz daha acı, biraz daha baharat…

Yemeğin tadını-kıvamını [toplumsal aktivitenizin içeriği]’ni tutturamıyorsanız, acı ve baharatı hakim lezzet haline getirip, meseleyi çözersiniz. [Yani öyle zannedersiniz…]

Ama yine de sofraya oturan ve iyice acıkmış kişilerin karnını doyurursunuz.

Peki ama…

Bu noktada bir soru sormanın yeridir: “Ya tencere koyduğunuz sebzeler çürük, kıyma kokmuş, soğan çürümüşse… Ne yapacağız?”

İşte sofraya sağlıklı bir yemek sunabilmenin kilit sorusu budur?

Ve yanıtı bize göre sadece şu küçük cümlenin içindedir: “Tencereye çürük bir şey koymayacaksınız. Kokmuş kıymanın kokusunu çok uzaklardan bile alabileceksiniz!..”

Ve onları tereddüt etmeden çöp sepetine atıp, pis koku dışarılara sızmasın diye, çöp kutusunun kapağını sıkı sıkı örteceksiniz.

Bunu sofraya oturmuş yemek bekleyen insanların sağlığı için…

Ve toplumsal çalışmalar da “kamu yararı! İçin, gözünüzü kırpmadan yapacaksınız.

Yapamıyor musunuz?

O zaman sofradakiler zehirlenir.

Toplumsal hiçbir yarar ortaya çıkartılamaz.

Ve siz kötü bir aşçı…

Sorumluklarını yerine getiremeyen çaresiz, güçsüz, yitik bir birey olarak, sızlanıp durursunuz.

www.soruyusormak.com