Tutunamayanlar’ı ilk kez yirmili yaşlarımda okumuştum. Yıllar sonra bir kere daha… Okudum. Dilimde kelimeleri, kelimelerden kurulmuş oyunları kalmış yıllarca bu romanın, fark ettim. Ben de biraz Selim’in gençliğiymişim o dönemler… Kendi gençliğime döndüm, gençlik hallerime baktım.

Aslına bakarsanız, o genç yaşlarda herkes az ya da çok Selim oluyor belki de. Sonra sonra beliriyor insanların hayatlarının üzerine konuşulabilecek, muhasebesi tutulabilecek çizgileri. Gençliği sonunda… Yollar ayrılıyor. Ayak uydurup tutunabilenlerle, tutunamayanlar arz-ı endam ediyor, pencerelerden bakıyorlar dünyaya. 

Bu sefer romanı okuduğumda başka türlü oldu, doğal olarak. Böyle olur tabi, bir roman başka bir zamanda bir daha okunduğunda, başka türlü düşünülür, başka türlü hissedilir. Çünkü başka bir insanızdır artık. İyi ki de böyledir. Bunca sene içinde fizyolojik değişikliklerimizi bir tarafa koyarsak (keşke onlar seçilip konulabilseydi, bir çekmeceye misal), her birimizin “bir hayat” yaşadığımızın işareti olur. Şimdi, bir kere daha okuduktan sonra, gençlik yıllarımda beynimin kuytularına sızan ve içimde heyecan sellerine dönüşen bu romanın hatırasını bir bayrak gibi işleyip göndere çekebilirim kalbimde. Ve bugün, şimdi tekrar okuduğumda, onu bugün artık içimi titreten lodoslara bırakabilirim, dalgalansın kendi kendine.

İlk okuduğumda bulduğum edebi yetenek hala orada, o satırlarda… O, bugünler için artık hayli uzun olan bu romanda kanlı canlı dolaşıyor. Ve o şahane mizah. Oğuz Atay’ın hiç zorlanmadan romana karışan mizahının bu ülkede pek çok yazara ilham verdiğini düşünmüşümdür hep. Şimdi bile, tutunamayanlardan alacağınız bir iki sayfalık bölümleri haftalık mizah dergilerinin bir yerine kolayca yerleştirebilirsiniz. Tutar, tutunur.

Bu romanın ne kadarının otobiyografik olduğunu bu sefer de tam olarak kestiremedim. Ama Turgut, Selim ve Atay’ın (Oğuz desem irkilirsiniz) ve diğer araya meze olmuş tiplerin, evet hepsinin bir kişi olduğu ve bu romanın bir kişinin kendisiyle amansız bir tartışması olduğu fikri ağır basıyor bende yine. Bu fikri doğuran pek çok ip ucunun yanı sıra, hayli hacimli bu romanın ilk yarısında zaman zaman Yazarın da Selim ve Turgut’u ayırmakta zorlandığını hissediyor okuyucu.

Bu son dönemlerde (20-30 yıl belki de) Oğuz Atay ne çok şöhret oldu. Bilemiyorum ününün, quata’larının dolaştığı dillerin sahipleri kitaplarını okudu mu? Ama çekici bir söz bu “tutunamayan”. “Tutunamamayı” kutsayan bir tarafı var. Dolaşıma son dönemde, özellikle sosyal medyada sokulan bu sözcük dönemin ruhu içinde tecimsel bir değer kazanıyor ve popüler kültürün yollarında ağızlarda çiğnenip duruyor. Merak ettiğim bugün “tutunamayan” dendiğinde insanlar ne anlıyorlar. Tam “loser” değil sanırım, çünkü “tutunamayan”da melankolik bir fiyaka var. “Kimseler bilemez, kimseler anlamaz bizi” hali…

Romanda Atay’ın o dönem kendi tanıklığından da yola çıkarak yaptığı politik tartışmalar var. Ama benim bildiğim anlamda politik temelleri olan bir kitap değil bu. Olayları, insanları sınıflar üzerinden açıklamıyor. Ancak bu romanda yoğun bir küçük burjuva, orta sınıf eleştirisi var. Açıkçası küçük burjuva eleştirisi yazan diğer romancılardan çok daha iyi yapmış bu işi Atay. Özellikle “aile kurumu” ve kadın. Oğuz Atay’ın tüm yazdığı kitaplarda kadın, burjuva yaşam biçiminin kurucusu ve “küçük burjuva duvarındaki cilalı taşların” koruyucusu olarak çıkar karşımıza.  O yüzden aileye ve evli olduğu kadına gizli bir savaş açar kahramanları. Ancak kahramanlar yüzleşemez aile kurumuyla, karşısına geçip kavga edemez. Söylenir, söylenir…

Sonra evler, evlerdeki eşyaların seçimi, yerleştirilmesi… Pazar sabahları, pazartesi sabahları, akşamlar ve sabah günaydınları… Bir gelecek projesi olarak kurulan, giderek kendileri ne yapamadıysa çocuklarına aktaran ama zamanla kendileriyle tutunmak için kurdukları barışa sadık kalarak, çocukların da kendileri gibi olmalarını isteyen anne ve babalar. Ve ritüeller… bütün mutsuz evlerde, birbirini tekrar eden günleri iplere dizip balkonda kurutan, sonra onları alıp yeniden giyen, yeniden yıkayan ritüeller aynıdır. Bütün mutsuz evler/evlilikler birbirine benzer. Hepsinde tertemiz nevresimler altında kendine ihanet, hayata yazık ettiğini hissederek uyumaya çalışan insancıklar vardır. Yıllar geçtikçe tutunmuş olmaya şükrederek, kendi tutunduğu hayatın en önemli parçası olan eşi, çocukları, yakınlarının kıymetini daha iyi anlayan bir olgunluk dönemi vardır sırada.  Artık çokça cevap vardır, ama hiç soru kalmamıştır akıllarında. Tutunanların yaşlılığı acı vericidir, bir palyaçonun boyalarının akması gibi.

Tutunamayanlar için “aydın eleştirisi” diyenler çok oldu. Oğuz Atay’ın yazdığı insan/insanlar belli bir kesimin insanlarıdır ve hepsi okumaya düşkün, hayatta bir şeyler becermeye aday insanlardır. Atay’ın döneminin küçük burjuvası, üniversitelisi, mühendisi… Elbette; büyük topraklar kaybetmiş, yenilmiş, geride kalmış, Ortadoğu’ya itilmiş, çokça aşağılık kompleksi ile kendini batıdan tarif eden, tarif ettikçe kendine yabancılaşan insanlar.   Onların hallerini, kafalarındaki karışıklığı, hayatta kerteriz noktaları bulmakta nasıl da zorlandıklarını anlatır Atay. Atay’ın bu insanlarla ilgili detaylı analizlerini (Oğuz Atay’ın döneminde iyi bir entelektüel olduğunu saklı tutarak) sadece “aydın eleştirisi” olarak okumak çok doğru olmayabilir. Yani Atay’ın yaptığı bu toprakların aydınını eleştirmekten öte, ucundan köşesinden de olsa okumuş yazmış kesimlerin bir kesimini şefkatle, ama alaycılığı elden bırakmadan hedef tahtasına koyup, didik didik etmektir. Atay kendine ve çevresine ilişkin detaylı ve sağlam gözlemler yapmış, bunları tarihsel, sosyolojik ve edebi bilgileri ile harmanlamış, söyleyeceği binlerce sözü kısa hayatına sığdırabilmek için nokta virgül koymadan, adeta kendinin peşinden koşarak yazmıştır.

Romanda atlanmaması gereken bir nokta Atay’ın bu romanının, en az Kafka kadar sağlam bir bürokrasi eleştirisi içermesidir. Atay’ın bürokrasinin ağırlığını, içinde ezilen, yabancılaşan insanı anlattığı sayfalar mizahının da coştuğu bölümlerdir.

Peki, tutunamamak ne demek? Tutunamayanların ortak özellikleri nedir? Anladığım… Tutunamayanlar hiçbir yere ait olamaz, hiçbir yerde olamazlar. Hayata karşı ihtiyatsız ve her anlamda beceriksizdirler, kırılgandırlar. Tutunamayanlar kitaplara düşkündür ve kitaplardaki karakterlerle, o kitapların yazarlarıyla bir hayat kurarlar. Kitapların içindeki oyunlara daldıkça da hayatla uyumlarını iyiden iyiye kaybederler. Tutunamayangillerden Selim ve Turgut aslında nerdeyse bu dünyada yaşamazlar, kendi kafalarında kurdukları bir dünyada kurgu ve kuruntular içinde acı çekerler. Çekingen ve tırsaktırlar. Atacakları adımları uzun uzun düşünür, tartarlar ama bir türlü eylemleri ile zihin süreçleri bir uyum yakalayamaz. Her olguyu gerçekliğinden koparana kadar analiz eder ve sonunda duygusal bir tepki verirler. Kendilerini koruyamazlar, her türlü saldırıya ve yaralanmaya açıktırlar. Korunmak için sürekli mevziler kazar sonra da savaş alanı gibi gördükleri yeryüzünde aylakça, tüm saldırılara açık dolaşırlar. Küçük burjuva uyuşukluğundan kurtulmak için çabalarken, hayatlarının dizginlerini ellerine almak için uğraşırken, tutunanları eleştirir ama olmadık çok basit durumlarda onlar tarafından bozguna uğratılırlar.

Selim’in tutunamamasının sebebi ve bir yandan da sonucu, onun zararsız bir insan olmasıdır. Selim tutunamamıştır ama durudur, “iyi” dir. Romanda sıkça geçen İsa ve Don Kişot da bir bakıma tutunamamış ve temiz kalmış figürlerdir. Tutunamayanlar belki iyilik yapmak konusunda da beceriksiz olabilirler ama kötülüğü bilmezler, kötülüğü çözemez, anlayamazlar.

Tutunamayanlar’ı bir döneme bir coğrafyaya hapsetmek doğru olmaz. Atay’ın tutunamayanları, merkez kapitalist ülkelerdeki uyuşturucu kullanan, alkol bağımlısı olan insanlar değiller. Aydınlanma sonrası, çevre kapitalist, mütemadiyen gelişmekte olan ülkelerde “modern hayatın” içinde yaşayan küçük burjuvaların, aydınların hikayeleri. Atay’ın hikayesi sınıfsal değil ama değişen, yeniden yeniden kendi içini doldurup boşaltan kaygan bir sınıfa içkin. Atay’ın büyük Rus klasikleri ayarında yazdığı Tutanamayanlar’ın ne para derdi ne de aç kalma derdi var. Oysa Atay’ın yaşadığı dönemin ardından, kapitalist sistemin vahşi çehresiyle iyiden iyiye ele geçirdiği bu coğrafyalarda, bugünün tutunamayanlarının gayet sınıfsal olan hikayeleri çok daha sert ve acımasız görünüyor.

Sitemizin ana sayfasını izleyebilmek için

LÜTFEN: www.soruyusormak.com linkini tıklayınız.