Sanki İki Meyhane Bitirmiştiler...

Öykülerin Öyküleri... Evet, insan [yani bireyden söz ediyoruz] içinde yaşadığı olayları enine boyuna sorgulamazsa, kültürel biçimlerden cinsel dürtülere kadar her alanda onları didiklemezse, koşullarından etkenlerine varıncaya kadar parçalayıp, parça parça ettiği yaşam kırıntılarından kendisini yeniden inşa etmeye çalışmazsa... Siz söyleyin, o kimdir; nasıl biridir? Eğer okumaya kalkışırsanız öyküler, bu kimlikleri kurguluyor... Aslında kurgu da değil, apaçık gerçek, ya da onun kıyısı...

Haber Giriş Tarihi: 07.09.2021 10:14
Haber Güncellenme Tarihi: 07.09.2021 10:14
soruyusormak.com

Öykülerin Öyküleri... Evet, insan [yani "birey" olabilenlerinden söz ediyoruz] içinde yaşadığı olayları enine boyuna sorgulamadan koşturup durursa, kültürel düzlemlerden cinsel dürtülere kadar her alanda didiklemezse, koşullarından, etkenlerine/nedenlerine varıncaya kadar yaşantılarını parçalayıp, parça parça ettiği o yaşam kırıntılarından kendisini yeniden inşa etmeye çalışmazsa... Siz söyleyin, o kimdir; ve nasıl biridir? Eğer okumaya kalkışırsanız öyküler, bu kimlikleri [yani bireyleri] sorguluyor/kurguluyor... Aslında kurgu da değil, apaçık gerçek, ya da gerçein kıyısında dolaşıp duruyor...

"Gayri" Müslim, anlı şanlı bir gitaristin acılı/acıklı hayatının fotoğrafını çekmekle başlıyoruz. 6-7 Eylül felaketini daha henüz sekiz yaşındayken komşu evindeki bir gardırobun içine saklanarak yaşayan Efrahim'in, bir türlü o karan­lık dolaptan çıkarılamayan eğri büğrü yaşamının satırlarımıza aktardık... İkinci öyküde eski, yıllanmış bir meyhaneden içeriye eski Maarif Nazırı Hasan Ali Yücel ile Nazım Hikmet kol kola giriyorlar. Masa­lar hınca/hınç dolu. İçeride kimler yok ki... Süleyman'dan Yusuf Atılgan'a kadar, hepsi bir arada... Kısacası, tuhaf bir öykü; düşün­cenin ve gülücüklü duyarlılığın dibi tutmak üzere... Hemen arka sayfada genç bir felsefe öğrencisi, yedek subay öğret­men olarak o büyük taşra-kenti ardında bırakıyor; köy yollarına düşüyor ve orada, gözleri görmeyen ve Marks'ı Almancasından, Sartre'ı Fransızcasından "tefekkür eyleyen" katkısız/katışıksız bir halk filozofu ile karşılaşıyor. Öğretmenimiz şaşkın ama inatçı mı, inatçı. Son öyküde de akşamın bir vakti işinden yorgun argın çıktıktan sonra bir koltuk- meyhanesine sığınan kahramanımızın, rakı kadeh­leri arasında yaşayan insanlardan aldığı dersin anatomisi yer alıyor... Merak­lı mı? Pek belli değil. Acı mı? Hayır, acımtırak...

Merak, sorgulama, sağlama, doğrulama...

Sonra yeniden merak, sorgulama, falan...

Bu bir kısır döngü müdür? Hayır, aydınlanma­ya uzanan o dar ve meşakkatli yolun ta kendisi... En kısa adresidir.