Yine… Stratejik bir büyük hatanın eşiğindeyiz.

Kılıçdaroğlu, bulunduğu konuma yaslanarak yeni dönem cumhurbaşkanlığına adım adım kendisini ve bu arada bizleri hazırlıyor…

Birinci seçimde, Ekmeleddin İhsanoğlu 

Son seçimde Muharrem İnce…

Sonuçlar zaten malum; hüsran/yılgınlık/umudun yastık altına girip tünemesi...

Ama şimdi durum farklı. Çünkü, hemen önümüzdeki kapı aralandı, iktidar gözüktü.

Onun için “şimdi” önemli; Çok önemli!..

Liderlik yeteneği, bilinci, gücü ve tecrübesi bu “şimdi”nin içinde belli olacak.

Rüzgâr tam da arkadan kuvvetlice eserken [ve her gün kendi hızını daha da şiddetli artırırken] o rüzgarla yelkenleri doldurmanın becerisine erişmek lazım…

İşte liderlik tam da budur.

Bu tahlil gücüdür.

Koşulları, süreci, istisnasız tüm güçleri doğru analiz edebilme becerisidir. Bencilliklerden sıyrılabilme özverisidir.

Kılıçdaroğlu alevi bir yurttaşımızdır.

Tabii ki ayrımcılık yapmıyoruz, asla… Ama maalesef ülkemizde yaratılan etnikçilik, ayrımcılık gibi ayrıştırıcı değerler karşısında bu unsurun halkın büyük çoğunluğundaki karşılığını mutlaka -ve mutlaka- hesaplamak gerekir.

Bu unsurun nice kirli istismarlara açık bir koz olarak nasıl da kullanılacağını ön-görmek gerekir.

Ayrıca… Halkın içinde olduğumuzu her fırsatta dile getiriyorsak, anketlerdeki halk iradesini de gözden uzak tutmamak gerekir.

  • Kılıçdaroğlu mu? Mansur Yavaş mı? Ekrem İmamoğlu mu?

Sorgulamak gerekir…

Mansur Yavaş’ın güneydoğudaki karşılığı ise, ayrı bir hesaplama materyalidir. Doğru, objektif, kişisel [siyasi-sosyal] eğilimlerimizin cazibesine yenik düşmeden bu konuda da reel bir gerçekçilik ile tahlilimizi yapmak zorundayız.

Sözünü ettiğimiz unsurlar açısından bir de İmamoğlu faktörünü gözden geçirelim: Dikkatlice ve yine soğukkanlılıkla…

İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak ilan edildiği tarihte İstanbul’da onu, kendi ilçesi halkının dışında tanıyanı yoktu…

Evet sadece bir üç ay…

Ama… yaklaşık sadece üç ay içinde tüm dengeleri alt-üst etti İmamoğlu. Bilmem kaç kilometre yol yürüdü, bilmem kaç milyon insanla tokalaştı, konuştu, dert dinledi, dertleşti… Ve güven verdi, inanç aşıladı. Kendi partisinin halkta yıllar yılı sağlayamadığı güveni tek başına [hakkını yemeyelim CHP il başkanı Canan Kaftancıoğlu ve ekibi ile birlikte] sağladı.

Hele hele birinci seçim iptal edildikten sonraki gayreti, enerjisi ve inandırıcı içtenliği ile meydanların tam ortasında oluşturduğu profili tüm zincirleri kırdı ve tüm oyunları bozdu.

Üstelik genç, siyasette yıpranmamış, eşi ve kendi görüntüsü ile tam bir aydın tiplemesi… İçten, alçakgönüllü ve cana/yakın bir mizaca sahip yepyeni bir lider kimliği yarattı.

Neymiş efendim?

  • Ankara ve İstanbul belediye başkanları hizmetlerine devam etmeliymiş…

Daha da neymiş?

  • Bu kentlerimizdeki başkanlar aday olurlarsa İstanbul ya da Ankara AKP’ye kaptırılabilirmiş…

Bizce bu iki “neymiş”in gerekçesi hem fasa-hem fisodur.

Yani, o kadar kolay bir biçimde eriyip, çürütülebilir… Türlü çeşitli çareler üretilebilir.

Örneğin, diyelim İmamoğlu aday oldu, seçildi ve [şimdilik de olsa] tek-adam-cumhurbaşkanı oldu.

Yazılır bir gece/yarısı kararnamesi… Ve İstanbul’a geçici de olsa yeni bir kayyum atanı/verir…

Olur biter.

Sonra?

Sonra zaten yeni bir Anayasa yapılacak, başkanlık sistemi adı verilen bu acube “yapılanma”nın dibine kibrit suyu dökülecek ve yeni düzenin gereklerine ve ihtiyaçlarına uygun yeniden özgür bir seçim yapılacak… Dolayısıyla İstanbul’da da yeni seçilecek meclis üyeleri görev üstlenecek.

Yani… İşte “neymiş”in yanıtı, budur.

Ve şu ya da bu fasa/fisolarla bu ülkenin kurtuluş reçetesinin önü kesilmemelidir.

Ama… Parti içinde demokrasi kurulamıyorsa…. Ülke düzleminde nasıl kurulacaktır?

www.soruyusormak.com