Yazar Musa Dinç'in "Sanki İki Meyhane Bitirmiştiler" isimli kitabımız

hakkındaki değerlendirmesini aynen aktarıyoruz:

Avukat, felsefeci, eğitimci, hümanist ve doğa aktivisti olan Sayın Faruk Haksal’ın yeni çıkmış olan “Sanki İki Meyhane Bitirmiştiler “ adlı öykü kitabını bir solukta okudum; deyim yerindeyse hora geçti.

      Kitabın içinde dört öykü var: “Onun Macerası Henüz Bitmedi, Hepinizin Şerefine İçiyorum,’Halil [hem] Bey [hem] Amca ve öykü kitaba adını veren ‘Sanki iki meyhane bitirmiştiler.”Yapıt sadece 130 sayfa…

Faruk Haksal Ağabey ile Mavi Didim Gazetesi’nde yollarımız kesişti. Ben de üç yıl aynı gazete de köşe yazarlığı yaptım. Onun köşe yazılarını büyük bir hayranlıkla okur ve takip ederdim. Onunla yüz yüze tanışmadığımız halde, ona kanım ısınmış ve sempati duymuştum.  Daha sonra öyle an geldi ki, tanışma şansımız oldu; yaşça benden büyük, çok saygı duyduğum, sevgi beslediğim bir ağabeydir. Kıvrak zekâsı ve esprileriyle aranılan bir ağabey. Dünya görüşü, bakış açılarımız ve ortak paydalarda buluşmamız dostluğumuzu pekiştirdi. Ağbi-kardeş / dostluk babında her geçen gün ivme kazandı.

Onun ilk yapıtı olan “Sol Sinyal” adlı romanı daha önce okumuştum. Kitap, hiçbir kategoriye sokamayacağım; ama tam manasıyla keşfedilmeyi bekleyen bir madendir. İçinde gizemli bir hazine saklı; çünkü her şey var, yok yok misali… Felsefe, anlatı, filozoflardan alıntı, gönderme ve aforizmalar var; Evliya Çelebi’lik ve simyacılık var. Dahası hiciv, mizah ve antropoloji var. Roman, öykü betimlemeler, ilginç diyaloglarlabezili. Yapıt, yazarın gözünde yemeklerden “türlü”ye benziyor... Ama kitabının adında yer alan sol sözcüğünün tırnak içine alınmış olması türlü çeşitli başka anlamlar yüklü… Sol Sinyal hakkında çok detaylı bir yazı kaleme alacağım, ama şimdi Faruk Haksal ağabeyin ikinci yapıtından söz etmek istiyorum:

Öykü kitabının kapağında İstanbul Üniversitesi’nin tarihi binası var. Yazarın İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrencilik anılarını unutmadığını ve o yılların etkisinde kaldığını varsayabiliriz. Kitabı bir bütün olarak okuduktan sonra ağzımdan çıkan ilk devrik cümle şöyle: “Derinden sarstı beni!..”

Öyküler akıcı ve iğneleyici, sürekli merak uyandırıyor; tabii ki merakla yetinilmiyor; insana dair, okuyucusuna da çok şeyler katıyor. Hele Halil Bey Amca öyküsü; fevkalade! Ustaca yazıya dökülmüş. Öykü olay örgüsü bakımından biraz sınırları zorluyor.Yedek subay/öğretmen olarak Kırklareli’ye bağlı Poloz Köyü, yerel gazete/ Kentyolu Gazetesi’ndeki köşe yazarlığın getirdiği heyecan genç öğretmenin yüreğini coşturuyor. İdealist bir yedek subay/ öğretmen; bu durumda ne yapmalı? Bu sorunun içini mutlaka doldurmalıydı. Bulunan ilk çare: Köy Enstitüsü ruhuyla ‘Halk Eğitim Kursları”nıfaaliyete geçirmek… Kent yolu gazetesindeki köşe yazıları bağlamında dâhiyane, gizemli gözleri görmeyen Halil Bey Amca ile tanışması, görüş alış verişi ve Halil Bey Amca’nın sıradan biri olmadığının, hatta kendi döneminde bir bürokrat ve aydın seçkin bir entelektüel olduğunu öğrenmesi, ondan feyiz alması;  tabii ki sonrasında istenmeyen gelişmeler, müfettiş soruşturmasına maruz kalması. Trakya köylüsünün de Anadolu köylüsünden pek farklı olmadığına, aynı kaderi paylaştığına tanık oluyoruz.

İlk öykü Musevi gitarist Efrahim’in yaşantısından bir kesit sunuyor.  Müzisyen Efrahim, mesleğinde gayet başarılı, ama gayrimüslim olarak bir ezilmişlik ve içine kapanmışlık yaşamaktadır. Öykü, çocukluk döneminde ailesiyle birlikte yaşamış olduğu 6-7 Eylül travmasını atlatamayan Efrahim’in sosyal, psikolojik durumunu ve toplum içindeki çapraşık ilişkilerini irdeliyor.

İkinci öyküsünde bir meyhane adabı ve kültürü vardır. Memleket sorunları ve çözüm yollarını masaya yatırmak. Hoş seda, müzik, rakı, şarap, meze… Eski Maarif Nazırı Hasan Ali Yücel ile Dünya şairi Nazım Hikmet’in hoş seda sohbetinden o dönemde yaşanan olaylardan haberdar oluyoruz. Monologlar bizi zaman tünelinde uzun bir yolculuğa çıkartıyor.  Farklı insan portreleri, onların hayata bakış açılarını irdeliyor. Mesleğini hakkıyla icra eden garsonu, dümbelekçiyi, dansözü çok güzel tasvir ediyor ve analizini yapıyor. Yazarın olağanüstü bir gözlem yeteneğini fark ediyoruz.

Meyhanede olup bitenler, müşterilerin iç dünyası, duygu ve düşüncelerinin dışa yansımalarını, kendi iç dinamikleriyle bütünleştirip harmanlıyor ve öyküye dinamiklik kazandırıyor. Örneğin son öyküsünden bir cümle aktarayım.

“Ama acıklı yaşamlardan erdem devşiren bu insancıklar dokunmuştu bana.” O kadar anlam yüklü ki, neredeyse bu cümleden bir roman konusu çıkar.

Yazarın son öyküsüyle; uzun öykü geleneğinden, kısa öyküye geçiş yaptığını görmüş oluyoruz.

*

Sitemizin ana sayfasını izleyebilmek için LÜTFEN: www.soruyusormak.com linkini tıklayınız.

Editör: TE Bilişim