Birçok çevreci düşünür, “eko-sistem”in kendiliğinden bir denge oluşturduğunu ve bu doğal oluşumun mükemmel bir uyum içinde olduğunu savunuyor.

Onlara göre, eko-sistemin tüm parçaları ve özellikle de eko-sistem içinde yer alan tüm canlılar genel çerçeve içinde ayrı bir yere sahiptirler. Bu öğelerin her biri kendi çapında “genel düzen”e katkıda bulunur. Ve sonuç olarak; dışarıdan müdahale edilmeyen, rahatsız edilmeyen doğa iyidir…

Ekoloji sorunları [çevre sorunları], insanların doğal düzene müdahale etmeleri, kendileri dışındaki doğal nesneleri yalnızca insanlara yaradıkları ölçüde değerli saymaları sonucunda ortaya çıkmaktadır.

Bu kişilere göre, korumacı ve dışarıdan müdahalelere olanak tanımayan çevre politikaları doğru politikalardır.

Katılıyor musunuz bu görüşlere, bilmiyoruz.

Ama bizce temel ve ciddi yanlış [ve doğal olmayan] temel var sayımlara dayanıyor bu görüşler.

Her şeyden önce, doğada var olduğu kabul edilen bir “düzen” mevcut değildir.

Doğada belirli bir “düzen” olarak kabullendiğimiz şey, yaşadığımız süreçte çekilmiş olan bir fotoğrafta görülenlerden ibarettir.

Bu fotoğrafın içinde ne varsa, onlar, makinenin deklanşörüne basıldığı anda doğadaki amansız mücadele sürecinde ayakta kalabilmiş olan türler, canlılar ve yaratıklardır.

Doğadaki “düzen” ilahi bir planlamanın ürünü değildir.

Buna düzenden çok, belirli bir andaki “durum” demek çok daha doğrudur ve doğaya uygundur.

Bu durum, doğadaki inanılmaz bir hızla devinen gelişigüzel değişim ve doğal ayıklama süreci yoluyla… Ve türlerin kendi çevrelerine uyum sağlama mücadeleleri sonucunda –kendiliğinden- ortaya çıkmaktadır.

Örnek mi istiyorsunuz?

Örneğin… Zürafayı ele alalım.

Zürafanın boynu niçin uzundur?

Birinci görüşü savunanlar şöyle diyecektir:

  • Zürafanın boynu uzun “yaratılmıştır.” Çünkü, böylelikle zürafanın yerden yüksekte olan yapraklara ulaşabilmesi sağlanmıştır.

Oysa gerçekte böyle midir?..

Zürafanın uzun boynu, gelişigüzel bir ritim içinde koşuşturan evrimsel değişimin bir sonucudur. Ve bu gelişimin yönü, zürafanın uzun dallara ulaşarak daha iyi beslenmesini sağlamış ve böylece de, doğanın acımasız mücadele koşulları içinde kendisi ile rekabet eden diğer türlere karşı sağladığı bu avantajın da etkisi ile türünü sürdürebilme imkanına kavuşmasını sağlamıştır. Belki de boynu uzun olmayan bir çok yaratığın neslinin zaman içinde tükenmesi sonucu ortaya çıkmıştır. [Ve biz onların bilmiyoruz ve hiçbir zaman da bilemeyeceğiz]

Bugün yaşadığımız dünya, yüz milyonlarca yıldır süregelen gelişigüzel evrimsel değişimin sonucudur.

Doğa ne iyidir, ne de kötü…

Doğa ne ise, sadece O’dur!

 Bizler yüz milyonlar yıldır başına buyruk savurganlık içinde akıp giden yaşam sürecimizde bir kilometre taşında durmuş şaşkın bakışlarla olanı/biteni anlamaya çalışıyoruz. Hem de sadece gerilere doğru bakarak…

Anlamaya çalışıyoruz: Ama [sanki] bilimsel yöntemlerle…

Yüz milyonlarca yıldır çağlayarak akıp giden hayatı durdurup, ona dar kafalı bir etiket yapıştırarak tanımlamak için mi?...

Yoksa… Değil mi?

Bu sorunun yanıtı avucumuzun içine alabilmek oldukça zor.

[email protected]